İbrahim (a.s.)’ın Mücadelesi
İbrahim (a.s.)’ın Mücadelesi
Hz. İbrahim’in hayatının büyük bir kısmı vaktiyle Mısır halkının başında Kenan oğlu Nemrut adında zâlim ve sapık bir hükümdara karşı açtığı yılmaz mücadele ile geçti. Bu büyük Peygamber’in Mısır’a vararak orada mücadeleli bir hayat sürdüğünü şu âyetten anlıyoruz:
“İbrahim (a.s.) şöyle dedi: Rabbimin beni hidayet yoluna eriştireceği yere (Mısır’a) gideceğim.” (Saffât sûresi, 99)
Kur’ân’ın bir âyetindeki ilâhi ifadeden öğrendiğimize göre kendisini-hâşâ- Tanrıların en ulusu sanan ve kulu kölesi bildiği insanları nefsanî hırsları ile zâlim saltanatının esiri ve mahkûmu olarak yaşatan çılgın Nemrut; İbrahim Peygamberin gönülleri tek Allah’a ısıtan güçlü soluğunun yalancı saltanatını temelden sarsmaya başladığını anlar. Böylece de İbrahim-Nemrut mücadelesi bayrak açar. Hürriyete, hakikate ve nura susamış ruhların akın akın Allah elçisinin safına katılmaları karşısında, her türlü yıldırım metotlarını denemeye girişen zorba hükümdar, en son olarak Hz. İbrahim’i büyük bir ateş yaktırtarak içine atar. Fakat bu denemesinde de başarısızlığa ve hayal kırıklığına uğrar. Çünkü yardımı her yere erişen sınırsız kudretin sahibi Allah (c.c.) ateş yerini nadide bir gül bahçesi haline çevirir.
Bu başarısızlığından ve hayal kırıklığından sonra zorba ve küstah Nemrut başka bir metod denemesine kalkışır.
Zorba hükümdar bütün yol ve kavşak noktalarına diktiği vergi memurları aracılığıyla oralardan gelip geçen güzel kadınları toplattırır. Memurlar yoldan geçen kadınları kontrol ederek güzellerini seçmekte ve kırbaç darbeleri altında zorla erkeklerinin elinden almaktadırlar.
İşte bir yolculuğa sırasında aynı küstah ve zorba memurlar İbrahim Peygamberin eşini de kontrol ederler. Güzel mi, çirkin mi diye, Hz. İbrahim’in eşi Sâre, devrinin en güzel ve câzip kadınlarından biridir. Hatta kesinlikle söyleyebiliriz ki, o devirde böylesine tabii güzelliğe sahip bir ikinci kadın göstermek mümkün değildir.
Daha önceden zâlim hükümdarın bu çirkin ve vahşi tabiatını öğrendiği için karısı Sâre’yi kilitli bir sandıkta saklayan İbrahim’in sevgili eşini, şımarık memurlar sandıktan çıkararak, “Bu kadın, tam hükümdarımızın ağzına lâyık” diye de sulu sulu alaylar yaparlar. İki cihan güneşi Hz. Peygamberimizin atası olan İbrahim Peygamber ise, “O, benim eşim değil, kız kardeşimdir” diyerek gözleri önünde namus ve şerefine uzanan kirli ellerden uzaklaşmak istiyordu. Fakat boşunaydı.
Midesiyle hükümdarlarına sadık bir köpek gibi bağlı bulunan memurlar, belki büyük bir mükâfat koparırız ümidiyle Sâre’yi yakaladıkları gibi doğruca canavar ruhlu Nemrut’un kirli ve vahşî ellerine teslim ediverirler.
Bu sırada yüce Allah (c.c.) Hz. İbrahim’in kalb gözünü tamamen açmış, O da zorba hükümdarın güzel eşi Sâre’ye karşı yaptığı bütün hareketleri saniyesi saniyesine, sarayın dışından, yanındaymış gibi izliyordu. Sâre’yi gören zorba Nemrut ise onun çekici güzelliği karşısında çılgına dönmüş ve kuduran arzu ve ihtiraslarıyla ellerini ve bacaklarını okşamak istiyordu. Hz. İbrahim de çılgın şehevî arzularının pençesi altında karısını inletmek isteyen Nemrut’a ellerin tutmasın diye beddua ediyordu. Ellerine ve bacaklarına birden inme inen Nemrut ne yapacağını şaşırmış ve şehvetten kan bürümüş gözleriyle bir yandan Sâre’yi yiyecekmiş gibi süzerken, bir yandan da çaresizlik içinde kadına, “Sen sihirbazsın. Benim ellerimi, ayaklarımı bağladın. Sana yaklaşamıyorum” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Bu acı bağırışlara daha fazla dayanamayan Sâre gerçeği ortaya döktü ve bunu şu sözleriyle dile getirdi: “Ey zorba hükümdar, ben sihirbaz değilim ama Allah’ın dostu İbrahim’in eşiyim. O yüzden bana dokunmaya hakkınız yok. Zâten eşim İbrahim de bana uzanacak ellerinizin ve ayaklarınızın kuruması için bedduada bulundu. El ve ayaklarınızın kuruması bundan ileri geliyor. Eğer tövbe edip Allah’a yönelirseniz elleriniz ve ayaklarınız yine eski hâline dönecektir.”
Çaresizlik içinde Allah’a yalvarıp yakaran Nemrut’un elleri ve ayakları hemen o anda eski halini alır. Sonra Sâre’ye bakar. Yine birden şehevî arzuları kabarınca dayanamayıp sarkıntılık etmeye kalkışır. Bu defa sarkıntılığın cezası olarak Allah (c.c.) gözlerini kör eder. Yine büyük bir şaşkınlığa kapılan Nemrut birden tövbe etmeyi hatırlayarak; gözlerine kavuşturması ve kararan dünyasını aydınlığa eriştirmesi için Allah’a eşsiz bir samimiyetle niyaz eder. Tövbesi kabul olarak eski aydınlık dünyasına döner.
Hemen belirtelim ki henüz daha bu hadise de zorba Nemrut’un aklını başına getirmemiş ve Allahlık iddiasından vazgeçerek, O’nun karşısında aciz bir kulu olduğunu idrâk ettirecek bir seviyeye eriştirmemiştir. Tekrar eşsiz güzelliğe sahip olan Sâre’ye sahip olmak arzusuyla harekete geçer. Bu kötü ve doğru bir istikamet olmaz, niyetinin cezasını bütün vücud azalarına inme inmesiyle ödedi. Fakat üçüncü defa gerçekten tövbe etti. Sâre’ye hiç dokunmadan eşi Hz. İbrahim’e teslim etti. Hz. İbrahim’den çok çok özür diledi, samimi gözyaşları döktü, bağrını, pişmanlık ile dağladı. Yüce Allah da bütün vücud azalarını eski haline soktu. Böylece de bir yandan namusuna ve şerefine leke düşürmeden bütün temizliğiyle kavuşarak, diğer yandan da zorba hükümdarın çirkin ve arsız hareketlerini kırarak Hz. İbrahim (a.s.) çifte başarıya erişmiş oldu.
Hikâyenin burasında bir inceliğe dokunmadan edemeyeceğiz. Sâre, güzel, çekici ve namuslu bir kadındır. Allah dostluğunu hak eden İbrahim Peygamber Sâre’ye son derece tutkundur. O yüzden de yüce Allah (c.c.) Sâre’yi Nemrut’un çirkin tecavüzüne uğramaktan korumuştur. Hatta hayatı boyunca Sâre’ye hiçbir yabancı el dokunamamıştır.
Şimdi şöyle düşünelim. Müminin gönlünden taşıdığı ve tüm yaşantısında söz ve hareketleriyle gereğini yerine getirdiği “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah (Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir)” cümlesini, yüce Allah (c.c.) çok sevmektedir. Hemen söyleyelim ki İbrahim Peygamber’in sevgili eşi Sâre’ye hiçbir düşman eli dokunamadığına göre, yüce Allah’ın sevdiği ve dost bildiği gerçek müminlere amansız düşmanları olan lanetlik şeytan nasıl olup da dokunabilir, zarar verebilir, onları baştan çıkarabilir? Asla!
Bu ince noktayı dile getirdikten sonra hikâyemize devam edelim. Zorba hükümdar Nemrut, bütün vücud azaları eski halini alıp tam sıhhatine kavuşur kavuşmaz Hacer adında genç bir kadını getirerek Sâre’ye hediye etti. Sâre de bu genç kadını eşi İbrahim’e hibe etti. Ardından da, “Êy İbrahim, senden çok çok özür dilerim. Çünkü benim yüzümden çok üzüntü çektin. Bundan böyle sakın üzüntüye düşme. Çünkü yüce Allah (c.c.) aramızdaki perdeyi kaldırmıştır. Bunca zahmet ve sıkıntılara karşılık da şimdi sana bu kadını hediye ediyorum.
Netice olarak zorba hükümdar Nemrut, Allahlık iddiasında bulunmanın bu duygusunun mahsulü olan ve tâ namus ve şereflere kadar uzanan zorbalıklarının, yüce Allah’ın bir imtihanı olarak (daha sonra eski hallerine iade edilmelerine rağmen) ellerinden, ayaklarından, gözlerinden ve daha sonra tüm azalarından olmaktadır. Buna karşılık ise, Sâre güzellik ve çekiciliğine, Hz. İbrahim de bir Peygamber olarak her konuda Allah’ın sınırsız yardımına mazhar olmasına rağmen, Sâre doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamakta, İbrahim Peygamber de alçak gönüllülüğü elden bırakmamaktadır.
Yüce Allah (c.c.) cümlemizi büyüklük taslamaktan uzak tutan ve haddini bilerek kulluk vazifelerini gereği gibi yerine getiren alçak gönüllü kullarından eylesin, âmin…
(Seb’ıyyat)