Beni Mürre Seferi
Beni Mürre Seferi
Peygamber efendimizin hayatı kategorimizde bu günkü yazımız ” Beni Mürre Seferi “ konu ile ilgili tüm bilgiler bu yazımızda paylaşılmıştır. Hicretin 8. senesi, Sefer ayı.
Hendek Muharebesinde, Müslümanları muhasara altına alan Ebû Süfyan bin Harb komutasındaki on bin kişilik ordunun dört yüzünü Benî Mürreler teşkil etmişlerdi.
Ayrıca, Resûl-i Ekrem Efendimizin Hicretin yedinci yılında kendilerini cezalandırmak için gönderdiği Beşir bin Sa’d kumandası altındaki otuz kişilik mücahidler birliğinin yirmi sekizini de şehid etmişlerdi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu İslâm düşmanı kabileye de gereken dersi vermek istiyordu. Bunun için Galib bin Abdullah’ı iki yüz kişinin başında Benî Mürrelere gönderdi.
Galib bin Abdullah, emrindeki mücahidlerle Benî Mürrelerin çok yakınına kadar sokuldu. Orada mücahidlere bir hitabede bulundu. Özetle şöyle dedi:
“Bana itaatsizlik etmeyiniz! Çünkü, Resûlullah Aleyhisselâm, ‘Benim kumandanıma itaat eden, bana itaat etmiş, ona saygısızlık eden de bana itaatsızlık etmiş olur.’ buyurmuştur. Buna binâen, siz, her ne zaman bana itaatsizlik ederseniz, Peygamberinize itaatsızlık etmiş olursunuz.”
Mücahidler, komutanlarının emriyle sabahleyin erkenden tekbirler getirerek Benî Mürrelerin üzerine baskın yaptılar. Birçoklarını öldürdüler. Kadın ve çocukları da esir aldılar. Bir çok deve, sığır ve davar da ganimet olarak ele geçirdiler.
Hz. Üsâme bin Zeyd, Mirdas bin Nehik adında birinin peşine düşmüş ve onu müşrik sanarak öldürmüştü. Bunu kumandan Galip bin Abdullah’a gelerek şöyle anlattı:
“Ben, birinin peşine düştüm. Kılıcımı kaldırıp vuracağım zaman, adam ‘Lâ ilâhe illallah’ dedi.”
Galip bin Abdullah, “Peki, bunun üzerine kılıcını kınına soktun mu?” diye sordu.
Hz. Üsâme, “Hayır,” dedi, “vallahi, boyun damarını kesmedikçe vazgeçmedim.”
Mücahidler hep birden, “Vallahi,” dediler, “sen, emredilmeyen kötü bir iş yaptın; ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen bir adamı öldürdün.”
Hz. Üsâme, yaptığına son derece üzüldü.
Galib bin Abdullah bundan sonra emrindeki mücahidlerle Medine’ye döndü.
Medine’ye gelince, Hz. Usâme hadiseyi Peygamber Efendimize anlattı. Resûl-i Kibriyâ hiddetle,
“Ey Üsâme! Demek sen ‘Lâ ilâhe illallah’ demiş olan bir adamı öldürdün ha!” buyurdu.
Hz. Üsâme mazeret beyan etti:
“Yâ Resûlallah! O, ancak silahtan korktuğu için ‘Lâ ilâhe illallah’ demiştir.”
Resûl-i Ekrem Efendimiz bu mazeret karşısında daha da hiddetlendi ve şöyle buyurdu:
“Bari, adamın kalbini de yarsaydın, bu sözü gerçekten mi, yoksa yalandan mı söylediğini öğrenseydin ya!” buyurdu.
Hz. Resûlullahın çok sevdiği ve çoğu zaman terkisinde taşıdığı Hz. Usâme der ki:
“Resûlullah Aleyhisselâm, bu sözü bana o kadar tekrarlayıp durdu ki, keşke o gün yeni Müslüman olmuş ve adamı da ben öldürmemiş olsaydım, diye içimden temenni ettim.”
Burada şuna işaret etmek lâzımdır ki, Hz. Üsâme’nin bu sözü hakikat değil, o anda duyduğu ızdırabın mübalağa ile ifadesidir. Hz. Üsâme bu adamın kelime-i tevhidi getirmesine ehemmiyet vermeyip öldürürken,
“Fakat azabımızı görünce îmân etmiş olmaları kendilerine bir fayda vermedi…”
meâlindeki âyetin zahiri ile istidlal etmiş olacaktır. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimiz sadece onu azarlamakla yetinip, diyetle emretmedi.
“Size İslâm selâmı veren kimseye, dünya hayatının gelip geçici nimet ve ganimetini arzu ederek, ‘Sen mü’min değilsin.’ demeyin.”