Tasavvufta Sapmalar

28.05.2020
601
Tasavvufta Sapmalar

Tasavvufta Sapmalar

Tasavvufta Sapmalar

Tasavvuf beden-ruh, zâhir-bâtın, lafız-mâna ayırımı yapar ve daima
bunlardan ikincilere ağırlık verir, fakat birincileri de ihmal etmez. Bununla
birlikte tarihî seyir içinde zaman zaman zâhir ile bâtın, zâhirî-şer‘î ilimlerle
bâtınî-mânevî ilimler arasındaki mesafe açılmış, uçurum derinleşmiştir.

Açılan mesafeyi kapatmak için şeriatla tasavvufu bağdaştıran ve kaynaştıran
Ebû Nasr es-Serrâc, Ebû Tâlib el-Mekkî, Kuşeyrî, Hücvîrî ve Gazzâlî gibi
büyük mutasavvıf âlimler değerli eserler yazmışlar, böylece zâhir ehli ile
bâtın ehli arasındaki zıtlaşmaları ve anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaya
veya en aza indirgemeye çalışmışlardır. Tasavvufun Ehl-i sünnet arasında
daha fazla yaygınlaşmasının önemli bir sebebi söz konusu mutasavvıf bilginlerin
bu tür çalışmalarıdır. Zâhir ile bâtın, akıl ile kalp arasında zaman zaman görülen karşıtlığın ve uzlaşmazlığın sebebi çoğu zaman tarafların birbirini anlamalarını sağlayacak yeterli bilgi donanımına sahip olmamalarıdır. Yetişme tarzının, alınan eğitimin ve mizacın da bunda büyük tesiri olmuştur. Bu hususlar ihtilâfın bir
dereceye kadar tabii ve anlaşılır sebepleridir. Taraflar birbiri hakkında yeterli
bilgiye sahip oldukları zaman ihtilâf ya ortadan kalkar veya hafifler, hoşgörü
sınırları içinde kalır.

Söz konusu ihtilâfın diğer sebepleri tasavvuf perdesi altında İslâm’a dış
kaynaklardan sokulmak istenen yabancı unsurlar, diğer dinlerden, mezheplerden,
mistik akımlardan, felsefelerden ve dinî geleneklerden kaynaklanan
sızmalardır. Bu çevrelerin kültürüne âşina olan zümreler ve fertler İslâm
öncesi sahip oldukları dinî inançları ve felsefî kanaatleri belki iyi niyetle
belki de art niyetle İslâm’a taşımışlar ve bunları tasavvuf çatısı altında yaşatma
yoluna gitmişlerdir. Bunun sonucunda tasavvufî hayatta bazı sapmalar
olmuştur.

Tasavvuftaki sapmalar erken dönemlerde başlamıştır. İlk sûfîler döneminde
bile bu tür sapmaların mevcut olduğunu biliyoruz. Ancak ilk sûfîler
bu tür hareketler karşısında çok dikkatli, hassas ve uyanık davranmışlar,
sapmaları ve sapkınları eleştirmişler, reddetmişler, böylece kendilerini onlardan
korumuşlardır. Diğer taraftan söz konusu hususlar zâhir ulemâsı tarafından
da eleştirilmiştir.

Sülemî bu konuda Galatâtü’s-sûfiyye adıyla bir eser yazmış, Serrâc da el-
Lüm‘a’da bu konuya bir bölüm ayırmıştır. Daha sonraki mutasavvıf yazarlar
da bu husus üzerinde önemle durarak müslümanları sapkınlığa karşı uyarmışlardır.
Bunlardan bazı örnekleri aşağıya alıyoruz.

1. İbadetin düşmesi inancı. Bazı sözde mutasavvıflar insanın ibadet ve
kullukla Allah’a ereceğini, erince ibadet etme yükümlülüğünün düşeceğini
ve kulluktan âzat olacağını iddia etmişler: “Yak¢n gelene kadar Rabbine
ibadet et” (el-Hicr 15/99) meâlindeki âyeti bu inanç istikametinde yorumlamışlardır.
Hakiki sûfîler bir müslümanın son nefesini verene kadar dinin emirlerine
uymak ve yasaklarından kaçınmakla yükümlü olduğu inancındadırlar. Bunlar
yukarıdaki âyette geçen “yakýn” kelimesini “ölüm” şeklinde yorumlamışlardır.
Allah’a kul olmak hür olmaktan daha üstündür.

2. Riyadan kurtulmak ve ihlâs halini gerçekleştirmek için dinî geleneklere
aykırı davranmak gerektiği inancı. Bunlara göre bir müslüman Allah’a kulluk
ederken halk unsurunu dikkate almamalı, Allah’tan başkasına değer vermemeli;
ister doğru, ister bâtıl olsun hiçbir hususta halkla uyum halinde olmayı
düşünmemelidir. Bu anlayış esasen doğru olmakla birlikte yanlış istikamette
kullanılmış, neticede onları edep ve terbiye sınırlarını aşma, dinin emir ve
yasakları konusunda saygısız, duyarsız, kayıtsız ve lâubali olma noktasına
götürmüştür. Bazı Melâmîler’de ve Kalenderîler’de bu hal görülür.

3. Velînin peygamberlerden üstün olduğu inancı. Bazı sözde mutasavvıflar
Kehf sûresinde anlatılan Mûsâ-Hızır (a.s.) kıssasını ileri sürerek velînin
nebîden üstün olduğunu iddia etmişler; çünkü velîler doğrudan, nebîler
vasıtayla Allah’tan bilgi alır demişlerdir. Bu bâtıl bir inançtır. Zira velîlik,
peygamberlik meşalesinden sadece bir pırıltıdır. Hiçbir zaman bir velî bir
nebî derecesinde olamaz. Her nebî aynı zamanda velîdir. Onda hem velîlik,
hem peygamberlik birleştiğinden velîlerden üstündür.

4. Her şeyin mubah olduğu inancı. Bazı sözde mutasavvıflara göre eşyada
asıl olan mubah oluştur. Başkasının hakkına tecavüzü önlemek için
yasaklar konulmuştur. Başkalarının haklarına saygı gösteren bir kimse için
her şey mubahtır. Bu inançta olanlara İbâhıyye veya Mubahiyye denir. Bazıları
da niyetlerinin iyi, kalplerinin temiz olduğunu ileri sürerek emir ve yasakların
kendilerini bağlamadığını iddia ederler.

5. Hulûl inancı. Bunlara göre Allah insan bedenine girer. Bedene girince
ondaki insanlık nitelikleri kalkar, yerini tanrılık nitelikleri alır.

6. Cebir inancı. Bazı sözde mutasavvıflar insana nisbet edilmesi gereken
her şeyin Allah’a ait olduğunu, aslında insanların iradeleri ve tercih yapma
imkânları bulunmadığını, cebir altında olduklarını iddia ederek kişilerin sorumluluğunu
ortadan kaldırmışlardır. Bunlar, “Biz kapı gibiyiz, hareket ettiren
olursa hareket ederiz” derler. Bu görüşte olanlar aslında sapık olup mutasavvıf
görünen kimselerdir.

7. Allah’ı görme inancı. Bazı sözde mutasavvıflar yüce Allah’ı dünyada
gördüklerini iddia ederler. Bu iddia da sapıklıktan başka bir şey değildir.

8. Allah Teâlâ’ya karşı saygısız davranmak. Bazı sözde mutasavvıflar
Allah’a yakın olma mertebesine erdiklerini, bu mertebede edep ve resmiyetin
söz konusu olmadığını iddia ederek Allah ile kulu arasında bulunması gereken
edebi gözetmez ve Allah’tan söz ederken çok lâubali ifadeler kullanırlar.

9. Tenâsüh inancı. Bazı sözde mutasavvıflar ölen bir insanın ruhunun,
ölmeden evvelki davranışlarına ve yaşayışına bağlı olarak insan veya hayvan
şeklinde tekrar dünyaya geldiklerini ve cezalarını çektiklerini iddia ederler,
âhirete inanmazlar.

10. İttihat inancı. Bazı sözde mutasavvıflar belli bir yöntem izleyerek
beşerî niteliklerden arınan bazı kişilerin Tanrı ile birleştiklerini (ittihat) iddia
eder ve insanları tanrılaştırırlar. Gerçek sûfîler ise yaratıcı varlıkla yaratılan
varlığı birbirinden ayırır, yaratılan varlığın hiçbir şekilde yaratıcı ile birleşip
tanrılaşamayacağına inanırlar.

Bunlara ilâve olarak mutasavvıfların bir kısmında kâfir veya sapık olmayı
gerektirmeyen birtakım hatalı inançlar ve davranışlar da vardır: Aşırı
çilecilik, dünya işlerini tümden terk, bir tür ruhbanlık, evlenmemek, et yememek,
tedbir almayı tevekküle engel saymak, şeyhleri kutsal sayacak
kadar yüceltmek, yoksul yaşamayı amaç haline getirmek, nefse işkence
etmek, mubah olan nimetlerden yararlanmamak, özel giysiler giymek ve
bunlarla halka karşı böbürlenmek, kılık-kıyafet, saç-sakal gibi konularda
temizlik kurallarına uymamak, vakıf geliriyle geçinmek, dilenmek, toplumu
terkedip inzivaya çekilmek, tasavvufu kıssacılıktan, menkıbecilikten, raks
ve semâdan, evrad ve ezkârdan ibaret sanıp ilâhiler okunan meclislerde
coşmak ve yapay olarak vecde gelmek, cezbelenmek. Sözü edilen bu hususlar
aslında tasavvufta var ise de, bunların birtakım kuralları, sınırları,
şekilleri ve miktarları da tesbit edilmiştir. Bu kurallara uymayan ve sınırları
aşan biçimleri hatadır.

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.