Seriyye ve Gazalar
Seriyye ve Gazalar
Buvat Gazâsı
Hicretin 2. senesi, Rebiülevvel ayı. Bu tarihte Peygamber Efendimiz, beraberinde 200 Muhacirle Medine’den yola çıktı. Maksadı, içlerinde azılı müşrik Ümeyye bin Halef’in de bulunduğu 100 kişilik bir muhafız grubun kontrolu altında hareket eden 2 500 develik büyük Kureyş kervanının üzerine yürüyerek, onlara göz dağı vermekti. Buvat Dağına kadar giden Resûl-i Ekrem kimseyle karşılaşmadı ve Medine’ye geri döndü.(İbni Sa’d, Tabakât, II/8-9)
Safevan Gazâsı
Hicretin 2. senesi, Rebiülevvel ayı. Mekkeli müşriklerin adamlarından Kürz bin Cabir el-Fihrî, arkadaşlarıyla Medine otlaklarına kadar sokularak akın etmiş; Medinelilere ve Müslümanlara ait birçok hayvanı alıp götürmüştü. Bu baskın üzerine Peygamber Efendimiz Medine’de yerine Zeyd bin Hârise’yi vekil tayin ederek, mezkur yağmacıyı takibe çıktı. Bedir nâhiyesinin Safevân Vadisine kadar ilerledi. Ancak Kürz takib edildiğini haber almış olduğundan, daha önce sapa bir yoldan kaçmıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’ye geri döndü. Bu gazâya “Bedr-i Ulâ,” yani “İlk Bedir Gazâsı” da denilir.(İbni Hişâm, Sîre, II/51; İbni Sa’d, Tabakât, II/9)
Uşeyre Gazâsı
Hicretin 2. senesi, Rebiülevvel ayı.Resûl-i Ekrem Efendimiz, Safevan Gazâsından üç ay sonra, Muhacir Müslümanlardan 150-200 kişiden müteşekkil bir askerî birlik ile Medine’den yola çıktı. Beraberinde otuz deve bulunuyordu ve mücahidler bu develere nöbetleşe biniyorlardı. Maksat, yine Kureyş’in Şâm’a göndermiş olduğu ticaret kervanını takib etmekti.
Ancak, Medine’den dokuz konak mesafede bulunan Müdliçoğullarına ait Uşeyre Ovasına gelindiğinde, Kureyş kervanının buradan iki-üç gün önce geçtiği öğrenildi. Medine etrafını her bakımdan emniyet altına almak hususu üzerinde dikkatle duran Peygamberimiz (s.a.v.), burada daha önce anlaşma yaptığı Damreoğullarının müttefiki olan Benî Müdliç’le aynı mahiyette bir dostluk ve ittifak anlaşması imzaladı. Sonra da Medine’ye geri döndü.(İbni Hişâm, Sîre, II/251; İbni Sa’d, Tabakât II/9)
Abdullah bin Cahş Seriyyesi
Hicretin 2. senesi, Recep ayı. Peygamber Efendimiz bu tarihte Abdullah bin Cahş’ı huzuruna çağırdı ve Müslümanlardan sekiz kişilik bir birlik kumandasında Nahle Vadisine gideceğini emir buyurdu. Birliğe katılanlara hitaben de,
“Sizin üzerinize birini tayin edeceğim ki, o en hayırlınız değildir. Fakat, açlığa, susuzluğa en çok dayanan, katlananınızdır.” dedi.
Resûl-i Ekrem kumandan tayin ettiği Abdullah bin Cahş’a bir de mektup verdi. Bu mektubu iki gün yol aldıktan sonra açıp okumasını ve ona göre hareket etmesini emir buyurdu.
İki günlük yolculuktan sonra Abdullah bin Cahş, emir gereğince mektubu açıp okudu. Mektupta şunların yazılı olduğunu gördü:
“Bu mektubumu gözden geçirdiğin zaman, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle Vadisine kadar yürüyüp, oraya inersin. Oradaki Kureyş’i gözetler, alabildiğin haberleri gelip bize bildirirsin.”
Şu hâlde, bu seriyyeden maksat, Kureyş’in hareketini gözetlemek, ne gibi hazırlıklar içinde bulunduklarını tesbit etmekti.
Kahraman Sahabî Abdullah bin Cahş, Hz. Resûlullahın mektubuna, “Semi’nâ ve ata’nâ (dinledik ve itâat ettik)” dedikten sonra, mücahidlere de,
“Hanginiz şehid olmayı ister ve makamı özlerse benimle gelsin. Kim de ondan hoşlanmazsa geri dönsün. Ben ise Resûlullahın emrini yerine getireceğim.”
diye hitap etti. Fedakâr mücahidler, tereddütsüz, kumandanlarının emrine amâde olduklarını bildirdiler.
Mücahidler nöbetleşe bindikleri develerle Nahle Vadisine vardılar. Orada konakladılar. Bu arada yükleri kuru üzüm ve yiyecek maddeleri olan Kureyş’in bir kervanı göründü. Gelip onlara yakın bir yerde konakladı.
Mücahidler bunlara karşı nasıl davranmaları gerektiği hususunda konuştular. Hücum etmeyeceklerine dâir önce bir karara varamadılar. Çünkü, içinde kan dökmek haram olan Receb ayının girip girmediğinde tereddüt ediyorlardı. Sonunda henüz Recep ayının girmesine bir gün var olduğu kanaatına varınca, ittifakla kervanı ele geçireceklerine dair karar aldılar. Tam o esnada Vâkıd bin Abdullah’ın attığı bir okla kervanın reisi Amr bin Hadremî öldü. Mücahidler, diğerlerin üzerine yürüdüler. İki kişiyi esir alıp kervanı da ele geçirdiler.
Kurtulanlar Kureyşlileri hadiseden haberdar etmek için Mekke’ye doğru kaçmaya başladılar. Mücahidler ise iki esir ve kervanla birlikte Medine’ye döndüler.
Seriyyenin başkanı Abdullah bin Cahş Hazretleri durumu anlatınca Fahr-i Kâinat Efendimiz hiddetle, “Ben size haram olan ayda çarpışmayı emretmemiştim.” dedi ve ganimetten herhangi bir şey almaktan kaçındı.
Seriyyeye iştirak etmiş bulunan mücahidler Resûl-i Ekremin bu hareketi karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar. Diğer sahabîler de onların bu hareketlerini tasvip etmeyince, bütün bütün ruhlarını büyük bir sıkıntı sardı.
Resûl-i Kibriyâya durumu izah ettiler:
“Yâ Resûlallah! Biz, onu Receb’in ilk gecesinde ve Cemâziyelâhir ayının son gecesinde öldürdük! Receb ayı girince kılıçlarımızı kınına soktuk!” dediler.
Buna rağmen Resûlullah kendisi için ayrılan ganimeti almadı. Çünkü, ortada bir şüphe söz konusu idi.
Nitekim, Mekkeli müşrikler de bu hareketi dillerine doladılar ve dedikodu yapmaya başladılar:
“Muhammed ve Ashabı haram ayı helâl saydı. Onda kan döktüler. Mal aldılar. Adam esir ettiler.”
Bu dedikodular Medine’den duyuldu. Diğer taraftan Medine’de bulunan Yahudiler de ileri geri konuştular. Bir taraftan seriyyeye iştirâk etmiş bulunan mücahidler bu hareketlerinden dolayı üzüntü duyuyorlardı. Diğer taraftan Mekkeli müşrikler ve Medineli Yahudiler ileri geri konuşuyorlardı. Peygamber Efendimiz ise kendisine ayrılan ganimeti kabul etmiyordu.
Bir müddet sonra Efendimize vahiy geldi ve meseleyi halletti. İlgili âyette şöyle buyuruldu:
“Sana haram ayda savaşmanın hükmünü soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük günahtır. Fakat insanları Allah yolundan çevirmek, Onu inkâr etmek, Mescid-i Harâmı ziyaretten men etmek, oranın ahâlisini Mescid-i Haramdan çıkarmak, Allah katında daha da büyük günahtır. Fitne ise katilden daha büyük bir cinayettir. Onların elinden gelse, dininizden döndürülünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar…”
Seriyyeye iştirâk etmiş olan mücahidler bu âyet üzerine sıkıntı ve mânevi ızdıraptan kurtuldular. Peygamber Efendimiz de kendisi için ayrılmış bulunan ganimet hissesini kabul etti. Müşrikler ise esirleri için kurtuluş bedeli gönderdiler. Esirlerden sadece Osman bin Abdullah Mekke’ye gitti. Diğer esir Hakem bin Keysan ise Müslüman olup Medine’de kaldı.
Hakem Bin Keysan Nasıl Müslüman Oldu?
Mücahidler tarafından esir alınınca, kumandan Abdullah bin Cahş onun boynunu vurmak istemişti. Fakat, diğer sahabîler, “Hayır, Resûlullaha götürelim.” diyerek, buna mâni olmuşlardı. Böylece Hakem boynunun vurulmasından kurtulmuştu.
Medine’ye döndüklerinde onu Peygamber Efendimize götürdüler. Resûl-i Ekrem, Hakem’i Müslüman olmaya dâvet etti. Ancak o menfi tavır takındı. Hatta ileri geri konuşmaya başladı. Bu konuşmalarından hiddete gelen Hz. Ömer, “Bunun Müslüman olacağı yok, yâ Resûlallah! Müsâade et, boynunu vuralım.” diye konuştu.
Resûl-i Ekrem bu teklifi kabul etmedi ve Hakem’i tekrar İslâma dâvet etti. Sonunda Hakem, “İslâm nedir?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem,
“İslâm, şeriki olmayan bir Allah’a îmân ve ibâdet, Muhammed’in de Onun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet etmendir.”
buyurunca Hakem, “Müslüman oldum” diyerek, Kelime-i Şehâdet getirdi.
Resûl-ü Ekrem de sahabîlere dönerek,
“Eğer sizin onun hakkındaki görüşünüze uyup onu öldürseydim, cehenneme girmiş gitmişti.”
diyerek hepimize ölçü olacak dersini verdi.
Hz. Resûlullahın İslâma dâvetteki temennisi, sabrı ve sebâtı işte bir insanı böylesine cehennemden kurtarıp, sahabî gibi şerefli bir makama yükseltiyordu.