Kabe’nin Yeniden İmarı ve Peygamberimizin Hakemliği

06.01.2021
526
Kabe’nin Yeniden İmarı ve Peygamberimizin Hakemliği

Kabe’nin Yeniden İmarı ve Peygamberimizin Hakemliği

Kâinatın Efendisi otuz beş yaşında idi.

Bu sırada Kureyş kabilesi, Kâbe duvarlarını yıkıp, yeniden tamir kararını verdi. Zira, yıllardan beri yağan yağmur ve neticede meydana gelen seller, yapı itibarıyla pek sağlam olmayan bu ma’bedi oldukça yıpratmıştı. Çatısız bulunması sebebiyle de yağan yağmurlar temeline kadar tesir etmiş ve binâyı âdetâ harab bir hale getirmişti.

Son olarak gelen büyük bir sel, Kâbe’yi bütün bütün sarsmış, duvarlarını çatlatmıştı. Bu durum Mekkelilerde bir korku ve telâş uyandırmıştı.

Bu arada bir hâdise daha oldu. Kadının biri Harem’de ateş yaktı. Ateşin korundan sıçrayan kıvılcımlar, Kâbe’nin örtüsünü tutuşturdu ve yanmasına sebep oldu.

Bütün bunların üzerine bir de Kâbe’nin içinde bulunan bir definenin çalınması eklenince, Mekkeliler, artık, verdikleri kararı bir an evvel gerçekleştirme gayretine girdiler.

İnşaat Malzemesi Yüklü Gemi

Kııreyşliler, Kâbe’yi nasıl ve neyle tamir edeceklerini düşünüp istişare ediyorlardı. Bu sırada Cidde’ye gitmek üzere Mısır’dan yola çıkmış bulunan bir Bizans gemisi, Cidde yakınlarında karaya oturdu.

Bunu haber alan Kureyş, olay yerine bir heyet gönderdi. Geminin yükü yumuşak aktaş, tahta, direk ve demirdi. Bunlar Kureyş’in arayıp da bulamadıkları şeylerdi.

Heyet, gemide bulunanlarla anlaşarak keresteyi satın aldı. Bunun yanında, gemideki tüccara, Mekke’ye serbestçe girebilme ve mallarını gümrüksüz satabilme garantisi de verdiler. Halbuki, daha evvel Mekkeliler, şehirde ticâret eşyası satanlardan öşür alırlardı.

Gemide ayrıca Bâkûm adında Bizanslı bir mîmar da bulunuyordu. Kâbe yapımında kendisinden istifade etmek üzere bu mîmarla da anlaştılar. Buna göre, duvarlarını yeniden tamire karar verdikleri Kâbe’nin mîmarlığını Bizanslı Bûkûm, marangozluğunu ise Mekke’de oturan Kıbtî bir usta yapacaktı.

Duvarların Taksimi

Kâbe duvarlarının taşlarla örülmesi işi, kur’a ile kabileler arasında dörde taksim edildi. Buna göre,
– Abd-i Menaf ile Zühreoğullarına Kâbe’nin cephe ve kapı tarafı;
– Abdüddar, Esed ve Adiyyoğullarına Kâbe’nin Şam cephesi (Hatiym, Hıcır tarafı);
– Şehm, Cehm (Cümâh) ve Amiroğulları payına Kâbe’nin Yemen köşesi ile Hacerü’1-Esved köşesi arası,
– Mahzum ve Teymoğullarına ise, Safâ ve Eryad’a bitişik olan Yemen cephesi düştü.

Mekke’nin Sarsılması

Her kabile, kendisine düşen tarafı yıkıyordu. Hazret-i İbrâhim’in attığı temele kadar inildi. Bundan sonra, birbiriyle kaynaşmış deve sırtı gibi yeşil yeşil taşlar görülmeye başlandı.

Niyetleri daha da aşağı inmekti. Ne var ki, buna muvaffak olamadılar. İçlerinden biri bu yeşil taşlara kazmayı sallayınca, birden zelzeleye uğramış gibi Mekke’nin sarsıldığını gördüler. Herkeste bir korku ve telâş başladı. Bundan sonrasını yıkmaya müsaade bulunmadığını anlayıp, kazdıklarıyla iktifâ ettiler.

Kabileler Arasında Anlaşmazlık Çıkması

Herkes kendisine düşen taraf için taş taşıyor ve duvarlar örülüyordu. Bina, Hacerü’l-Esved’in konulacağı yere kadar yükseltilmişti. Ancak, bu mübarek taşı yerine koymada kabileler arasında anlaşmazlık çıktı. Her kabile, kendisini diğer kabilelerden bu hususa daha lâyık görüyordu. Kabile taassubunun bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü bir zamanda, hangi kabile bu şerefi başkasına kaptırmak isterdi? İş kızıştı, tartışma ve münakaşa son derece sertleşti. Öyle ki, birbirleriyle vuruşacaklarına dair yemin bile ettiler.

Ortalığı bir kargaşalık kaplamıştı. Her an çarpışma bekleniyordu. Çarpışma vuku bulursa, çok kişi hayatını kaybedebilir, çok mal telef olabilirdi.

Bu duruma bir çare bulmak gerekiyordu. Dört beş gün Kâbe’nin duvarlarına tek taş koymadan, Kureyş kabileleri, bekleyip durdular. Sonra tekrar Mescid-i Haram’da toplandılar. Birbirleriyle konuştular, tartıştılar. Bu arada, kabileleri uzlaşmaya davet edenler de vardı.

Kanlı bir hâdisenin kopması her an beklenirken, Kureyş’in en yaşlılarından Ebu Ümeyye diye bilinen Huzeyfe bin Muğire, ortaya atıldı ve taraflara şu teklifi sundu:

“Ey Kureyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, ma’bedin kapısından (Benî Şeybe kapısını eliyle işaret ederek) ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın, o kimse bu işi bir neticeye bağlasın.”

Ebû Ümeyye’nin bu beklenmedik teklifi, taraflarca tereddütsüz kabul gördü.

Muhammedü’l-Emîn Geliyor!

Artık, bütün gözler Benî Şeybe kapısındaydı. Acaba kim çıkacaktı ve kabilelerin anlaşmazlığına nasıl bir çare ile son verecekti? Hiçbir kabilenin gönlünü kırmadan bu işi nasıl halledecekti? Merak dolu bakışlar, Mescid’in mezkûr kapısını dikkatle süzmekte idi.

Kapıdan bir zât belirdi. Uzaktan fark ettiler, kendisine mahsus boyu, posu ve yürüyüşüyle vakar içinde gelen bu zâtı derhal tanıdılar ve sevinç içinde bağırdılar:

“El-Emîn, o! Muhammed, o! Onun aramızda vereceği hükme razıyız.”

Evet, gelen Muhammedü’l-Emîndi (a.s.m.). Herkesin itimadını kazanmış olan dürüst insandı. Bu sebeple merak dolu bakışlar, birden sevinç bakışlarına döndü. Çünkü, âdil karar vereceğinden, hepsi, tereddütsüz emîndi.

Elbette, isabetli karar vermekten şaşmayan Efendimizin gelişi, tesadüf değildi. Vereceği hükümle, onlara, peygamberliğinden önce de isabetli görüşe, derin düşünceye sahip olduğunu tasdik ettirecekti.

Kureyş, durumu kendilerine anlattı. Kalbi gibi, zihni de tertemizdi, Efendimizin. İsâbetli kararı vermekte gecikmedi ve şu emri verdi:

“Hemen bana bir örtü getiriniz!”

Ânında getirdiler. Bir rivâyete göre, bu Velid bin Muğire’nin elbisesi idi. Diğer bir rivâyete göre ise, Peygamber Efendimiz bizzat kendi ridâsını bu işte kullandı.

Kâinatın Efendisi, getirilen örtüyü yere serdi. Küçük büyük herkesin dikkatli bakışları, Efendimizin üzerinde toplanmıştı. O, örtü ile ne yapacaktı?

Merakları fazla sürmedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Hacerü’l-Esved’i bu örtünün ortasına koydu. Sonra da,

“Her kabileden bir kişi bunun birer köşesinden tutsun!” 

diye emretti. Öyle yaptılar. Hacerü’l-Esved’i örtüyle konulacak yere kadar kaldırdılar.

Ve Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hacerü’l-Esved’i bizzat kendi elleriyle yerine koyarak, bu şerefe nâil oldu. Bundan sonra duvar örülmeye başlandı ve kısa zamanda tamamlandı.

Böylece, Allah Resûlü, İlâhî mevhibenin bir eseri olan isâbetli kararıyla, kabileler arasında büyük bir kanlı çarpışmayı önlemiş oldu.

Bu kararıyla, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), kendisinden çok daha yaşlı ve haliyle tecrübeli bulunanlardan bile daha isabetli görüşe, daha kuvvetli muhakemeye ve daha ziyade zekâya sahip bulunduğunu, aynı zamanda, İlâhî bir kuvvetle te’yid edildiğini ortaya koymuş oluyordu.

İbn-i Abbas Hazretlerinin bir rivâyetine göre, Efendimiz, Hacerü’l-Esved’i yerine koyduğu gün, Pazartesi günü idi.

Mübârek Taş

Renginin siyah olması sebebiyle Hacerü`l-Esved (Siyah Taş) diye adlandırılan bu mübârek taş, Kâbe`nin Şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte, kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiştir. Üç büyük ve birkaç tane de küçük parçadan müteşekkildir. Etrafı gümüş bir halka ile çevrilidir. Bir başka ismi, Ruhu`l-Esved`dir.

Bu mübârek taş, semâvî bir taş olup, Hz. İbrahim`e (a.s.) Hz. Cebrâil tarafından getirilmiştir. Kâbe duvarına yerleştirilmeden evvel, Ebû Kubeys Dağında muhafaza edilmekteydi.

Bir rivâyete göre, Kâinatın Serveri, Peygamber Efendimizin,

“Ben, peygamber gönderilmeden evvel, Mekke`de bana selâm veren taşı, hâlâ biliyor ve tanıyorum.” 

ifadelerinin işaret ettiği taş, bu Hacerü`l-Esved`dir.

Bir gün, bu taşa yaklaşıp öpen Hz. Ömer, şöyle demişti:

“Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve menfaati olmayan bir taş parçasısın. Eğer Resûlullahın seni takbil ettiğini [öptüğünü> görmese idim, asla seni takbil etmezdim.”

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.