Bir derviş misali (Esra’ya mektuplar 18)

01.05.2021
445
Bir derviş misali (Esra’ya mektuplar 18)

Bir derviş misali

Hayırlı akşamlar hocam, Bir kaç kere okudum yazılanları. Gözüme yaşın sızısı değdi ama ağlayamadım. Safiye için mutlu, çok mutlu oldum. Rabbim bundan sonra ona ve onun gibilere mutlulukların en güzellerini yaşatsın, inşallah. Ağlayışları hep ama hep mutluluktan, şükürden olsun…

Hakkım var mı bilmem, ama gurur duydum onun için… Sevindim. Hem hayatı güzelleştiği için, hem sizi sevindirdiği için… Ve başladım şimdi, ağlamaya… Doyasıya ağlamak istiyorum… Onun için, kendim için, sizin için… Annem ve babam için… En çok da kendim için ağlamak istiyorum. Ağlayamadığım anlarım için, başaramadıklarım için…

Kalbimin bir köşesi hep kırık kendime… Dargınım sanki… Belki kırdığım insan sayısını bilmediğim içindir. Bilerek ya da bilmeyerek… Kul hakkı yani… En çok da Allah hakkı geliyor gözümün önüne…

Geçen cumartesi tanıdığın birinin, çocuğunun öldüğünü öğrendim, kendi ağzından. Çok dertliydi… Üzgün… Kendisiyle konuşur gibi dedi ki;

—Pırıl pırıl, efendi, ahlaklı bir kızdı… O yaşında namazını kılıyordu, geçip seccadenin başına… Her şeyden, her olaydan ders çıkarmak bu olsa gerek, dedim kendi kendime… İşte o olay sonunda namazı hıçkırıklarla kılmıştım. Rabbimin karşısına o kız gibi çıkamadığım için… Allah´ın istediğini hakkıyla ona veremedim için, layık bir kul olamadığım için…

Kırgın olduğun insandan kaçabiliyorsun da, kendinden kaçamıyorsun… Kırgınlığın duruyor karşında… Kırdıkların… Namaza duruyorum da kalbim sıkışıyor, boğuyor beni. Sıktıkça sıkıyor, ardından huzura doğru coşturuyor… Dilim varmıyor, çok seviliyorum demeye… Diyordum ama öncedendi o… İki üç gün öncesinde…

Ümitsiz miyim diyorum, kendi kendime… Hayır, ümidim var diyorum, demeye çalışıyorum… Kendime yeterince güvenemesem de Allah a güveniyorum… O benim yarı yolda kalmama izin vermeyecek kadar merhametli… Affedilmek en büyük dileğim…

Bir gün ellerinizden belki de gerçekten öpeceğim… Hayırlı akşamlar hocam, ellerinizden öperim…

Sevgili Esra, İnsan, her ne yapsa bir şeyleri bozarak yapar. Salata yapan onca sebzeyi doğrar. Heykel yapan toprağı çamura, çamuru heykele dönüştürür. Taşı yontar, doğal şeklini bozar. Kişiliklerimizde değişmeleri sağlarken de bir gidişi, yönelişi bozar, başka bir yola dönüştürürüz. İyi mi yaparız, kötü mü, tam bilmeyiz. Kanaatlerimize göre hali hazırdaki gidişat iyi değildir de, güya iyiye yönlendiririz. Bunu yaparken ölçülerimiz, eldelerimiz, kendi doğrularımız, inançlarımızdır. Hepsi de bize güredirler. Hâlbuki bizim doğrularımızı, gidişatımızı beğenmeyenler de vardır. Hatta nefret edenlerimiz bulunur. Bilime ve örfe uygun düşmeyenleri, dinen yanlış olanları da vardır.

Hal böyle iken bizi bu kadar cesur kılan ve başkalarına akıl vermeye yeltenmemize sebep olan nedir? Herhalde, kendimizi beğenmemiz, en doğruyu ben biliyorum iddiamızdır. En azından kendimize aşırı güvenimizdir. Hâlbuki biz de yarın, bugünümüzün bazı doğrularını yanlış bulup, yeni günün getirdikleri daha doğruymuş diyerek, kendimizi yenilemek zorunda kalacağızdır.

Buradan varmak istediğim, sana öğütler verirken aczimi itiraf etmek istememdir. Gerçi insanın doğruları, bilim, din, yasalar ve örfe dayanıyorsa nispeten haklı ve gerçekçidir de. İlim de değişebiliyor, yasalar da, örfte. Hatta din hükümlerinde bile yorum farklılıkları oluşarak insanı dünkü anlayışıyla bugünkü anlayışı arasında açmaza düşürebiliyor. Bu anlatmak istediğimi daha akılda kalır şekle getiren bir hikâye anlatmıştı, rahmetli hocam. Çok dikkatli dinleyip, aklıma kazıdığım bu darbımeselin yıllar sonra hayatımı kurtardığını, önerilen duayı kırkbir gün okuyarak otuz yıllık cehennemimden çıktığımı yaşayarak gördüm. Çevremdeki her zorda kalana tavsiye ettiğim bu duanın yaptığı güzelliği anlatsan kitap olurdu. Bak hikâye nasıl başlayıp nasıl bitiyor ve neyi tavsiye ediyor;

Adamın biri, vakti zamanında, Allah’la dost olduğu halde, dünyanın her tür gailesinden uzak, yalnız ibadetiyle meşgul dünya cennetini yaşıyormuş. Yaşadığı yer cennetten bir bahçeymiş. Rızkı ayağına geliyor, o rabbinden, Rabbi ondan razı ömrü hayat ediyormuş.

Bir gün yanına nefes nefese bir yılan gelmiş,

—Allah rızası için beni sakla, ey Allah sevgilisi, demiş… Lütfen.

—Ne oldu, neden, kimden saklanman gerekiyor, şu koca dünyada. Senin gibi yaratıklara da dar geldiyse bu dünya kimlere kalmış genişliği…

—Şu ilerilerde bir yerde, beşiğinde uyuyan bir sabiyi sokup öldürdüm. Tarlada çalışan anne babası yaptığım işi kaçmama zaman bırakmadan fark ettiler. Gazaba gelip peşime düştüler. İzimi takip edip, peşimden geliyorlar. Lütfen, Allah için, kurtar şunların elinden canımı. Ölmek istemiyorum.

Her işini Allah rızasına odaklamış olan derviş, Allah adı anıldı diye;

—Ehh. Her taraf çayır çimen. Ben seni nereye gizleyebilirim ki, demiş.

—Bir yolu olmalı. Çabuk ol lütfen, yetişmek üzeredirler.

Adamcağızı telaşlandırmış, doğru düşünemez hale getirmiş. Adam o telaşıyla;

—Gel cebime gir, demiş.

—Olmaz cebine bakarlar.

—Koynuma gir öyleyse.

—Koynuna da bakabilirler, deyince, adam ee. Ne yapabilirim ki, demiş.

—Ağzını aç, içine gireyim. Oraya bakamazlar, demiş yılan. Telaşından, Allah için yardım derdine düşüp şaşkın hale gelmiş derviş, sırf Allah rızası için denildi diye ağzını açmış, yılanı bir güzel içine almış.

Az sonra nefes nefese, öldürülen çocuğun babası, dervişin yanına gelmiş. Selam verip sormuş,

—Allah’ın cezası bir yılan, beşikteki biricik çocuğumuzu zehirleyerek öldürdü. Kaçış izi buraya kadar belliydi ancak yeşilliğe girince kayboldu. Acaba siz gördünüz mü? Ne tarafa gitmiş olabilir.

—Bakın bakalım. Buralarda ise görürsünüz. Demiş derviş.

Zavallı adam aranmış, taranmış, eli boş, bağrı yanık, gerisin deriye, ağlayıp inlemekte olan eşinin yanına dönmek zorunda kalmış. Kısas yapabilse, bila meccanen, haksız yere sabi sübyan evladını öldüren düşmanını öldürebilse, nispeten acısı hafifleyecekmiş. Ama ne olmuşsa olmuş kader buna, şimdilik izin vermemiş.’’Hasbiyallah ve niğmel vekil niğmel Mevla ve niğmel nasiyr,’’ demiş… Üzüntüden ve yorgunluktan bitkin, dönüp gitmiş.’’La havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim’’ demek suretiyle öfkesini teskin etmeye çalışarak, uzaklaşmış. İşi Allah’a havale etmiş.

İçinde yerleşmek üzere hareket halindeki yılan, dervişin bütün huzurunu kaçırmış. Çocuğun babası işi Hakk’a havale etse de etmese de, derviş hatasının karşılığını mutlaka görecek, tabii. İçine düştüğü halden, nispeten aklı başına gelen derviş, telaşla;

—Düşmanın gitti, çabuk içimden çık, fena halde rahatsız oldum, demiş. Yılan;

—Haah, demiş. Ben buradan çıkıcı değilim. Burası benim için, rahat bir yer. Dilediğim kadar kalacağım.

—Ama ben, ben sana tahammül edemem. İyilik ettim. Seni düşmanından kurtardım. Karşılığı bu mu olmalı. Çabuk çık, lütfen.

—Ben kimim, ne dedim de sen bana iyilik ettin ki. Ben bir yılanım. Sabiyi suçsuz yere öldürdüm, dedim. Sen aptalca beni içine aldın. Benim işim bu. Şimdi de yıllarca sana eziyet edeceğim, sonra seni de zehirleyip öldürecek, içinden çıkıp, bir başkasını öldürmek üzere zehir biriktireceğim, çaba sarf edeceğim, demiş.

Meseleyi iyiden iyiye anlamaya başlayan derviş, elini semaya kaldırmış;

— Yarabbi, senin rızan için ben nefsime zulmettim, deyip;

’’Ya latıfün ya latıf. Bi lutfikel hafiyyü, bil kudretilleti, isteveytü biha alel arş ‘’ duasını tespih edinip, okumaya başlamış. Aradan kırkbir gün geçmiş, Cebrail gelip. Dervişe selam vermiş;

—Aç ağzını, demiş. Adam kırkbir gündür içinde yılanla yaşamaktan bitkin, ağzını açmış. Cebrail sokmuş elini adamın içine, yılanı girdiği yerden çıkarıp bir kenara atmış.

Sonra dervişin sağ kulağına eğilip,

—Allah’ın selamı var. Bir daha ehil olmayana iyilik yapmayacakmışsın, demiş.

İyiliğe ehil olmayanlar kimler. Olanlar kimler. Her isteyene her şey verilir mi. Seni seviyorum diyen herkes bizi gerçekten seviyor mu? Beni, kendini düşündüğü kadar düşünmeyene, ben nasıl inanacağım. Bu âlemde kim dost, kim düşman nasıl anlayacağım. Prensiplerim olmadan kendimi ve dostlarımı nasıl sınırlayacağım.

Sınırsız özgürlük diye bir şey var mı? Kendimiz için istediğimiz özgürlüklere karşımızdakilerin de, bizim kadar hakkı olduğunu ne kadar idrak ederek yaşarız. Nefsimize uyup keyfimizi yaşarken, kaç kişinin hayatını zehir ederiz, hiç düşünür müyüz?

En çok üzerimizde hakkı olanlar kimler. Hak sıralamasında ne kadar bilinçli ve adil davranıyoruz. Çektiklerimiz, yaptıklarımızın karşılığı ise, içimize aldığımız yılanlara dikkat etmemiz gerekmez mi. Yılanın küçüğü büyüğü vardır, değil mi. Öyleyse haramın da küçüğü büyüğü vardır. Birçok solucanla birlikte yaşayabiliriz de, yılanla birlikte yaşamak, cehennemdir, değil mi?

O halde, Her büyük günah işleyenin, hemen yukarıdaki duayı okumaya başlamaktan başka çaresi yoktur. Her gün her namazda yeterince okumak suretiyle kırkbir gün aralıksız okuyanlara, o dervişe ulaşan yardım ulaşacak, huzur yeniden tezahür edecektir.

Selam ve sevgilerimle

Yayınlanma tarihi: 31 May 2015, 10:23

ETİKETLER:
YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.