Zatürrika Gazası
Zatürrika Gazası
Hicretin 4. senesi, Cemâziyelevvel ayı. Milâdî, 625.
Benî Nadir Yahudîlerinin Medine’den sürgün edilmelerinden iki ay sonraydı. Enmar ve Salebeoğulları kabilelerinin Müslümanlarla çarpışmak üzere toplanmış oldukları haberi Medine’ye ulaştı.
Peygamber Efendimiz, derhal hazırlanarak, 400 (veya 700) mücahidle Medine’den yola çıktı. Zatürrikâ mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu. Müşrikler mücahidlerle çarpışmayı göze alamadıklarından dağ başlarına çekilmişlerdi. Geride sadece bir kadın kalmıştı. O da esir edildi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bir müddet burada bekledi. Öğle namazı girince de müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle salât-ı havf, yani korku halinde namaz kıldılar. Bu namazın kılınış şekli Nisâ Sûresinin 101-102 âyetlerinde tarif edilmiştir.
En tehlikeli anlarda bile Resûl-i Kibriyâ Efendimizin cemaatla namazlarını edâ edişi, bizi cemaatla namazın ne derece büyük bir ehemmiyete haiz olduğunu gösterir. Kâinatın îmândan sonra en mühim hakikatı olan namaz, muhârebe esnâsında bile ihmal edilmemesi gerekirse, sâir zamanlarda elbette ki, hiç bir şekilde ihmal edilmemelidir.
Bir mu’cize
Zâtürrika seferi sırasında idi. Ashabdan Ulbe bin Zeyd, üç adet deve kuşu yumurtası bulup getirdi.
Resûl-i Ekrem, “Ey Cabir! Bunları, al pişir.” diye emretti. Hz. Cabir, yumurtaları bir çanak içinde pişirip getirdi.
Peygamber Efendimizle mücahidler o üç yumurtadan doyuncaya kadar yedikleri halde, yumurtaların çanakta olduğu gibi durduğunu gördüler. (İnsanü’l-Uyûn, 2:289)
Yine bu gazâ esnasında idi. Sahabînin biri, bir kuş yavrusu bulup getirdi. Anası veya babası, yavruyu kurtarmak için canını feda edercesine onu elinde tutan sahabinin avuçlarının içine atılıveriyordu. Bu duruma sahabîler hayretler içinde bakarken, Resûl-i Ekrem ise şu ibret dersini verdi:
“Siz elinizde tuttuğunuz şu kuş yavrusu için, anne kuşun kendisini avucunuza atmasına mı hayret ediyorsunuz? Vallahi Rabbinizin, size olan merhamet ve şefkati şu kuşun yavrusuna olan şefkat ve merhametinden çok daha fazladır.”(İbni Kesîr, Sîre, 3:165.)
Peygamber Efendimiz, mücahidlerle birlikte Zâtürrika’dan ayrılmış, Medine’ye doğru geliyordu. Harre mevkiine gelindiğinde, bir devenin koşarak Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına varıp tahiyye-i ikrâm nevinden çöktüğü ve boynunu öne doğru uzatıp onunla konuştuğu görüldü. Mücahidler hayretler içinde bakınırken, Peygamber Efendimiz, “Bu deve ne söylüyor biliyor musunuz?” dedikten sonra şöyle buyurdu.
“Bu deve sahibinin zulmünden bana şikâyet ediyor: Kendisini senelerdir çalıştırdığını, şimdi ise boğazlamak istediğini söylüyor.”
Arkasından Cabir bin Abdullah’a devenin sahibini bulup kendisine getirmesini emretti.
Hz. Câbir, “Yâ Resûlallah! Devenin sahibini tanımıyorum.” deyince aldığı cevap şu oldu: “Deve seni sahibine götürür.” Gerçekten de deve, Peygamberimiz (s.a.v.)’den emir almış gibi, Hz. Câbir’in önüne düştü ve onu sahibine götürdü. Hz. Câbir der ki:
“Ben de deve sahibini alıp Resûlullahın yanına getirdim. Resûlullah onunla deve hakkında konuştu ve ‘Devenin söyledikleri doğru mu?’ diye sordu. Deve sahibi, ‘Evet, yâ Resûlallah’ dedi.”(İnsanü’l-Uyûn, 2:289.)
Bu sefere iştirâk edenlerin hepsi piyade olup, çıplak ayakları taştan, dikenden parçalanmış ve tırnakları dökülmüş olduğundan, ayaklarını bez parçalarıyla bağlamış olmaları sebebiyle bu gazâya “Zâtürrikâ” adı verildiği de kaynaklarda belirtilmiştir. Zira, Rika, ruka’nın çoğuludur. Ruka’ ise elbise yırtığına vurulan bez parçasıdır ki, yama demektir.
Ebû Musâ’l-Eş’arî bu hususta şöyle der:
“Resûlullah (a.s.m.) ile bir gazâya çıktık. Sadece bir devemiz vardı. Nöbetleşe biniyorduk. Artık ayaklarımız delinmişti. Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımıza bez parçası sarıyorduk. Ayaklarımıza bu suretle bez parçası sardığımız için bu sefere ‘Zâtürrika’ gazâsı denildi.”(Buhari, 3:35.)