Mescidi Nebevi’nin İnşası

12.03.2021
339
Mescidi Nebevi’nin İnşası

Mescidi Nebevi’nin İnşası

Hicretin 1. senesi. Milâdi 622. Resûl-i Ekrem, Medine’ye teşrif buyurduklarında, içinde cemaatle namaz kılabilecekleri, gerektiğinde toplanıp meselelerini konuşabilecekleri bir yerden mahrum bulunuyorlardı. Bu mühim vazifeler için merkez teşkil edecek bir mescid gerekiyordu.

Efendimiz, Medine’de ilk olarak bu mescidi inşâ etmekle işe başladı.

Şehre ilk girdiklerinde devesi Neccaroğullarından Sehl ve Süheyl adında iki yetimin üzerinde hurma kuruttukları arsalarına çökmüştü. Bu iki yetim Medineli Müslümanlardan Muaz bin Afra’nın (r.a.) himâyesinde bulunuyorlardı. Resûl-i Ekrem, bu arsayı satın almak istediğini Muaz Hazretlerine bildirdi. Ancak, bu fedakâr Sahabî arsanın bedelini, himâyesindeki iki yetime vererek bu büyük şeref ve ücrete nail olmak için bağışlamak istediğini söyledi. Fakat Peygamberimiz (s.a.v.) kabul etmedi. Sonra da arsa sahibi iki yetimi çağırarak, arsalarının bedelini ödemek istedi. İki genç yetim de, “Yâ Resûlallah! Biz onun bedelini ancak Allah’tan bekleriz. Sana onu Allah rızası için bağışlarız.” dediler.

Resûl-i Ekrem, gençlerin bu tekliflerini de kabul etmedi ve bedeli olan 10 miskal altına arsayı satın aldı. Bu miktarı Resûl-i Ekrem Efendimizin emriyle Hz. Ebû Bekir onlara hemen ödedi.

Fedakâr sahabîler tarafından arsa kısa zamanda tertemiz hâle getirildi ve Resûlullahın emriyle kerpiçler kesilip hazırlandı.

Peygamberimiz (s.a.v.), mescidin temelini atacağı sırada, yanında Hz.Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali bulunuyordu. Müslümanlardan oraya uğrayan biri, “Yâ Resûlallah! Yanında sadece şu birkaç kişi mi var?” diye sordu.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz cevaben, “Onlar benden sonra işi yönetecek olanlardır.” buyurdu. Onu takiben sırasıyla Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali temele birer taş koydular. Böylece Mescid-i Nebevî’nin temelleriyle birlikte Dört Halife devrinin manevi temelleri de atılmış oluyordu.

Mescidin inşasında Peygamber Efendimiz; bilfiil durmadan dinlenmeden çalıştı. Bir taraftan mübârek elleriyle kerpiçler taşırken, diğer taraftan Müslümanları şevk ve gayrete getirici şu sözleri söylüyordu:

“Taşıdığımız şu yük, ey Rabbimiz!
Hayber’in yükünden daha hayırlı, daha temiz,
Yâ Rab! Hayır, ancak âhiret hayrı!
Sen, Muhacirle Ensar’a acı!”

Durup dinlenmeden yapılan çalışma neticesinde Mescid-i Nebevînin inşâsı kısa zamanda tamamlandı. Her türlü süsten uzak, dört duvarı kerpiçten olan bu kudsî mâbedin tavanı yoktu. Henüz Kâbe kıble olarak tayin edilmemiş bulunduğundan, kıblesi Kudüs’e doğru idi. Dörtgen şeklinde idi ve üç kapısı ile bir de mihrabı vardı. Mihrab yerine sıra halinde hurma gövdeleri dizilmişti. Minberi yoktu. Sadece Resûlullahın hutbe irâd buyururlarken dayanmaları için bir hurma kütüğü bulunuyordu. Sonraları sahabîlerin arzusu üzerine üç basamaklı bir minber yapıldı.

Mescid-i Nebevî değişik tarihlerde tâdilatlar görerek bugünkü şeklini almıştır.

Mescid-i Nebevî, sadece cemâatle namaz kılmak için kullanılmıyordu. Bunun yanında Müslüman nüfusun dinî ihtiyaçları da burada karşılanıyordu. Ayrıca, burada öğretim yapılıyor, elçi ve kabile temsilcileri de, ilerde görüleceği gibi kabul ediliyordu.

Mescid-i Nebevînin yanına ayrıca kerpiçten, önce biri Hz. Sevde diğeri Hz. Âişe’ye mahsus olmak üzere iki oda yapıldı. Odaların üzerleri hurma kütüğü ve dalları ile örtüldü.

Sonraları Resûl-i Ekrem başka zevceler alınca odalar arttırıldı. Dördü kerpiçten olan odaların beşi ise taştandı. Hepsinin üzeri hurma dallarıyla tavanlanmıştı.

Mescid-i Nebevî’ye bitişik odalar yapılınca Peygamber Efendimiz Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinden oraya taşındı.

Hanînü`l-Ciz` Mûcizesi

Mescid-i Nebevî ilk yapıldığı sırada minbersizdi. Resûl-i Ekrem, hutbe irâd buyurduklarında kuru bir hurma kütüğüne dayanırdı. Uzun müddet böyle devam etti. Bilâhare, Ashabın isteği üzerine üç basamaklı bir minber yapıldı. Artık Peygamber Efendimiz buraya çıkıp halka hitapta bulunuyordu.

Resûl-i Ekrem, yapılan minbere çıkıp ilk hutbesini okuduklarında, hamile deve ağlayışını andıran acı sesler ve ağlamalar duyuldu. Baktılar, ortalıkta ne hamile deve ve ne de deve yavrusu vardı. Ağlayan o kuru direkti. Kütüğün deve gibi ağlayışını Peygamber Efendimizle birlikte Ashab-ı Güzin de duyuyordu. Bir türlü susmuyordu. Fahr-ı Âlem, minberden inip yanına geldi. Elini üstüne koyup teselli edince sustu. Hatta hurma kütüğünün deve gibi sızlamasını işiten sahabîler de göz yaşlarını tutamamışlar, hüngür hüngür ağlamışlardı.

Evet, kuru direk Efendimizden uzak kaldı diye ses verip ağlıyordu. Üzerinde yapılan “Zikrullah”dan ayrı kaldı diye hamile deve gibi enin ediyordu. Kuru direği teselli edip susturan Resûl-i Ekrem Ashabına dönerek şöyle buyurdu:

“Eğer, ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resûlullahın ayrılığından kıyâmete kadar ağlaması böyle devam edecekti.”

Resûl-i Ekremin emriyle bu kütük, minberin altına kazılan bir çukura gömüldü. Sonraları Hz. Osman devrinde Mescid yıktırılıp yeniden tamir edildiğinde, Übeyy bin Ka’b Hazretleri onu evine aldı ve çürüyünceye kadar sakladı.

Kuru hurma kütüğünün, cemâatın gözleri önünde ağlayıp sızlaması Hz. Resûlullahın parlak bir mucizesiydi. Evet, cin ve ins Peygamberler Peygamberini tanıdıkları gibi, cansız kuru ağaçlar da onu tanıyor, vazifesini biliyor ve davasını halleriyle tasdik ediyorlardı.

Hasan-ı Basrî Hazretleri, bu mu’cizeyi talebelerine ders verirken, kendisini tutamaz göz yaşları arasında şöyle derdi:

“Ağaç, Resûl-i Ekreme (a.s.m.) meyl ve iştiyak gösteriyor. Sizler o Resûle meyl ve iştiyak göstermeye daha ziyade müstahaksınız.”

Kuru, câmid ağaçlar Kâinatın Efendisine meyl ve muhabbet gösterirlerken, biz şuurlu insanlar ona karşı lakayt davranırsak, acaba o kuru direklerden daha aşağı bir dereceye düşmüş olmaz mıyız?

Ona iştiyak ve muhabbet ise, ancak Sünnet-i Seniyyesine ittiba etmekle mümkündür.

Diğer bir rivâyete göre, kuru direk ağlayınca Resûl-i Ekrem Efendimiz elini üstüne koydu ve

“İstersen seni daha önce bulunduğun bahçeye göndereyim. Köklerin tekrar bitsin, hilkatin tamamlansın, yaprak ve meyvelerin yenilenip tazelensin. Ve eğer istersen, Evliyaullahın meyvenden yemesi için seni Cennete dikeyim?” diye sordu.

Kuru ağaç, arzusunu şöyle dile getirdi:

“Beni Cennette dik ki, meyvelerimden Cenâb-ı Hakkın sevgili kulları yesin. Hem orası bir mekândır ki, orada çürüme yoktur, bekâ bulayım.”

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem arzusunu yerine getirdiğini ifâde buyurdu ve sonra da Ashabına dönerek şu dersi verdi:

“Ebedî âlemi, fani âleme tercih etti.”

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.